29 Mart 2012 Perşembe

Beyaz Çantalar

Yazın vazgeçilmeyen aksesuarlarından biridir beyaz çanta. Ben bayılıyorum onlara ama bu sıralar alışveriş diyetinde olduğumdan uzaktan bakmakla yetiniyorum. Modellerin hepsi David Jones...







Özdilek'te Bonus Kampanyası


Bonus'a özel Özdilek'te farklı günlerde ve tek seferde 4 adet 75 TL ve üzeri market harcamalarına 50 TL Bonus!

Kampanya Detayları:

  • Kampanya 15 Mart - 8 Mayıs 2012 tarihleri arasında farklı günlerde ve tek seferde yapılan dördüncü 75 TL ve üzeri peşin gıda alışverişlerinde geçerlidir.
  • Kampanya müşteri bazındadır.
  • Her müşteri kampanyadan en fazla 1 kere yararlanabilir.
  • Her müşteri kampanyadan en fazla 50 TL bonus kazanabilir.
  • Kampanyaya tüm Bonus kartlar ve Flexi dahildir.
  • Kampanyaya tek ödemeli işlemler dahildir.
  • Ticari kartlar, Altınbonus, Shop&Miles, American Express ve Paracard kampanyaya dahil değildir.
  • Taksitli işlemler,ekspres limit, ödül kullanımları, iade ve iptal işlemler kampanyaya dahil değildir.
  • Flexi için kampanyaya katılım kısa mesajının sistemimize ulaşmasından sonraki işlemler dikkate alınır. Flexi için; EVET OZDILEK yazıp, kartın son 6 hanesini ekleyip 3340'a gonderebilirsiniz.
  • Kampanyaya katılım, göderilen her SMS için operatörlerin kendi tarifeleri üzerinden 1 kısa mesaj gönderilmelidir.
  • Kampanyadan kazanılan bonuslar 11 - 22 Mayıs 2012 tarihleri arasında kullanılabilecektir.
Diğer Kampanyalar için tıklayın.

28 Mart 2012 Çarşamba

Trilye Kahvaltısı...

Artık yavaş yavaş öğreniyorum Bursa'yı. Hatta pazar günü Trilye'ye bile gittim :) Eşimin kuzeni ve eşi ile birlikte pazar sabahı kahvaltı için Trilye'ye doğru yola çıktık. Trilye, Mudanya'nın biraz daha ilerisinde küçük bir balıkçı kasabası. En azından görüntüsü öyle idi. Önce kasabanın içinden geçip tepede Çamlı (çamlık değildi sanki çamlı idi) Cafe de kahvaltımızı yaptık.


Henüz söylediğimiz yumurta yok :) O daha sonra katıldı keyifli sohbetimize...
sonrası malum :)
Yukarıdaki oturduğumuz yerden bir görüntü. Erken gittiğimiz için en kenardaki masalardan birine oturduk. Zaman ilerledikçe kalabalıklaşmaya başladı. Fiyat-kalite olarak gayet makuldu. Eğer gitmek isterseniz önceden rezervasyon da yaptırabilirsiniz.
İşte böyle bir yokuştan çıkılarak varılıyor Çamlı Cafe'ye...

Sonra rüzgara rağmen sahilinde ufak bi tur yaptık. Bu resimler de ordan. Konaklama imkanı da mevcutmuş. Şehre çok yakın ama değişik bir haftasonu geçirmek isteyenler tercih edebilir.

Keyifli bir gündü, emeği geçenlere teşekkürler... :) 

27 Mart 2012 Salı

Dünya Tiyatrolar Günü - Türkiye - Kenan Işık Bildirisi



Son yıllarda insanı usandıracak kadar sık tekrarlanan bir söz bu…


“Miadını doldurdu tiyatro, öldü!..”


Eğer öyle ise, gerçekten de iddia edildiği gibi öldüyse tiyatro, bugün Dünya Tiyatro gününü kutlamak yerine yasını tutalım tiyatronun…


Oyunları seyretmekten vazgeçip alalım kazmaları, kürekleri elimize ve bir mezar kazalım tiyatroya, şöyle görkemli, geçmişine yakışır bir anıt mezar…


Başta bütün zamanların en iyi yazarı W. Shakespeare olmak üzere bütün oyun yazarlarını, oyunları, oyuncuları, rejisörleri, dekor, kostüm, ışık tasarımcılarını, sahne arkası teknisyenlerini topluca gömelim bu mezara…


Ve hazır elimizdeyken kazmalar, kürekler, tiyatro salonlarını da yıkalım. Yıkamadıklarımızı da çürümeye terk edelim ki oynanmasın içinde seyircinin aklını çelip onları fitneye, fesada teşvik eden oyunlar…


Yerle yeksan olsun daha çok özgürlük, daha çok demokrasi talepleri. Barış ve adalet özlemleri… Merhamet ve vicdan çağrıları, çığlıkları kalsın o enkazın altında ve işitilmesin.
Tiyatro sanatının piri Shakespeare’nin 66. Sonet’inde dediği gibi;


“Çiğnensin inancın en seçkini
Mutluluktan nasibini almasın geniş halk kitleleri
Ayaklar altına alınsın insan onuru
O kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılsın
Ezilsin hor görülsün el emeği göz nuru
Ödlekler geçsin başa mertlik bozulsun
Ve korkup dilini bağlasın da sanat
Çılgınlık sahip çıksın düzene
Doğruya doğru diyenin eğriye çıksın adı
Kötüler kadı olsun Yemen’e…”
Mısır’a, Tunus’a, Libya’ya, Suriye’ye.


Yıkılsın yok olsun tiyatroyla birlikte yerel kültürler her ulusun, her etnik grubun kendi değerlerini tiyatronun ortak, evrensel değerleriyle buluşturarak insanlığa sunma ve savunma hakları…


Bir tek, dünyayı bir satranç ustası gibi kendi çıkarlarına göre biçimlendiren egemenlerin tekelindeki o ucuz, sığ ve kof kültür yürütsün hükmünü, televizyonlarda, sinemalarda, kitapçı vitrinlerinde, DVD raflarında.


Popülerin bir narkotik gibi bizi uyuşturup aklımızı başımızdan alan o yapay keyfiyle sermest olup unutalım insanlığın selameti adına unutmamamız gerekenleri.


Unutalım tiyatroyu,


Hayatı…


İnsanı,


Ve insanca olanı unutalım…


Bırakalım kıyametini yaşasın dünya…
Ve kıyametten sonra da dönmeye devam etsin bu mavi gezegen uzayın sonsuz karanlığında..


İçinde, bu kıyamet oyununu anlatacak hiçbir oyuncunun olmadığı hüzünlü bir tiyatro dekoru gibi…

Vazgeçilmez Siyah Asaleti

Evet biliyorum ki bir araştırma yapılma dünyadaki kadınların hemen hemen hepsinin siyah bir elbisesi vardır gardroplarında... Özellikle iş kadınlarının kurtarıcısı oluyor biliyorum. Hem abiye de hem de klasik giyimde illa ki vardır bir siyah elbisemiz :) İşte yine olsa yine alırım dediğimiz siyah elbise modellerinden bir demet :)

 Yukarıdaki model Fabrika'nın koleksiyonundan  


 Sırtı dekolteli bu model de ParkBravo'dan...


 Yukarıdaki kısa tek kol askılı model de yine ParkBravo'dan...


 Roman'ın modelleri de mevcut efendim. Mesela yukarıdaki ve aşağıdaki iki kısa model...



Aşağıdaki son iki modeli hatırlayamıyorum ama deri detayları vardı A46 olabilir :)



26 Mart 2012 Pazartesi

Yaz Dostum...

Bugünlerde sık sık dinlediğimiz hatta radyoda çalmaya başlayınca otomatikman radyonun sesini açtığımız bir parça... Dinlerken sadece duymadım sözlerinin üzerine de düşündüm biraz. Özellikle bu kısmı;

Yaz dostum yoksul görsen besle kaymak bal ile
Yaz dostum garipleri giydir ipek şal ile
Yaz dostum öksüz görsen sar kanadın kolunu
Yaz dostum kimse göçmez bu dünyadan mal ile




Yaz dostum güzel sevmeyene adam denir mi
Yaz dostum selam almayana yiğit denir mi
Yaz dostum altı üstü beş metrelik bez için
Yaz dostum boşa geçmiş ömre yaşam denir mi

Yaz tahtaya bir daha tut defteri kitabı
Sarı çizmeli Mehmet ağa bir gün öder hesabı

Yaz dostum yoksul görsen besle kaymak bal ile
Yaz dostum garipleri giydir ipek şal ile
Yaz dostum öksüz görsen sar kanadın kolunu
Yaz dostum kimse göçmez bu dünyadan mal ile

Yaz tahtaya bir daha tut defteri kitabı
Sarı çizmeli Mehmet ağa bir gün öder hesabı

Yaz dostum Barış söyler kendi bir ders alır mı
Yaz dostum su üstüne yazı yazsan kalır mı
Yaz dostum bir dünya ki haklı haksız karışmış
Yaz dostum boşa koysan dolmaz dolusu alır mı

Yaz tahtaya bir daha tut defteri kitabı
Sarı çizmeli Mehmet ağa bir gün öder hesabı

Trilye Hatırası :)

23 Mart 2012 Cuma

Yassı Koliler İmparatorluğu IKEA

Aydın Demirer'in İKEA hakkındaki yazısını paylaşıyorum bugün...

Üç büyük kentimizin birinde yaşayıp da IKEA kuyruklarında beklememiş az kişi vardır herhalde. Yaşadığımız mekanları sıcaklaştırmayı gayet iyi başaran bu mağazanın kalabalığını iyi bilirim. Bir pazar günü saat 10:30’da gittiğim kat otoparkında yer bulamayıp geri dönmüşlüğüm de vardır.

​IKEA henüz Türkiye’ye gelmeden, yurtdışına her gittiğimizde mağazalarını gezer, “bizde  niye yok” diye hayıflanır dururduk.
Sonra bir gün, kutu kutu ambalajları, İsveç köfteleri, dünyanın en çok sayıda basılan kitaplarından biri olan IKEA Katalogları ile geldi ve hayatımızın bir parçası oldu.
Mağazalar zincirinin 86 yaşındaki kurucusu Ingvar Kamprad’ı rahmetli Vehbi Koç’a benzetiyorum. Kamprad da onun gibi hayli tutumlu bir patron ve bir o kadar da vizyoner bir iş adamı...  
Bir süredir hangi kitaba ya da dergiye el atsam, karşıma IKEA ve Kamprad çıkıyor.
Örneğin, liderlik danışmanı, gazeteci ve yazar Phil Daurado’nun yeni aldığım “60 Saniyelik Lider” adlı kitabında, Kamprad ile ilgili pek çok anekdot anlatılıyor. Başka bir çalışmada Virgin Atlantic’in sahibi Branson, Kamprad’ın günü daha verimli kullanmak için nasıl 10 dakikalık bölümlere böldüğünden bahsediyor.
Şirket hakkındaki her yazıda, aynı sorunun cevabı aranıyor.
“Nedir bu IKEA’nın sırrı? Kamprad nasıl oldu da, İsveç’in bir dağ köyünden çıkıp, dünyanın yedinci zengin insanı haline geldi? Marka değeri 7.5 milyar Euro, yıllık cirosu ise yaklaşık 22 milyar Euro olan ve 128 bin kişinin çalıştığı bir imparatorluğu nasıl kurdu?”
Ben bugüne kadar IKEA ile ilgili okuduklarımı derleyip topladım, şirketin DNA’sı konusunda bazı üst başlıklar çıkardım, bunları sekiz maddede biraraya getirdim, sizlerle paylaşıyorum.  

İşte bana göre IKEA’nın sırları…

1. Yeni ve parlak bir fikir: Kamprad iş hayatına 1943 yılında, 17 yaşındayken bir çiftçinin oğlu olarak çevredeki çiftçilere kalem, çakmak gibi ıvır zıvır eşyalar satarak başladı. Ardından etraftaki kayın ağaçlarının çokluğuna ve dolayısıyla ucuzluğuna bakarak mobilya imalatçısı olmaya karar verdi. 1956 yılında şahit olduğu bir olay IKEA fikrinin temellerinin atılmasına neden oldu. Acelesi olan bir teslimatçı, kamyonete daha iyi yükleyebilmek için bir kanepenin ayaklarını kesince Kamprad’ın beyninde bir şimşek çaktı. Demonte ürün satma kurduğu şirketin ana felsefesi oldu. Müşterilere, IKEA kataloglarında hep aynı şey söylendi: “Koliler ne kadar yassıysa, taşıma masrafları da o kadar az olur. Bu da sizin çıkarınızadır.”

 2. Fason üretim yapan 1.400 firma: IKEA’nın ürünleri piyasadaki benzerleriyle kıyaslandığında son derece hesaplı. Bu başarının nedeni, bütün dünyadan fason üretim yapan yaklaşık 1.400 firmayla çalışıyor olması. Kim en iyi kaliteye, en iyi fiyatı verirse, IKEA’nın fasoncusu o oluyor.
Unutmadan… Üretimin sadece yüzde 10’u İsveç’te yapılıyor.
Ve şirket, Türkiye’de de fason iş yaptırıyor.

3. İnovasyon: Avrupa’nın en iyi okullarından mezun 73 kişilik mini tasarımcılar ordusu, IKEA’nın merkezinin bulunduğu İsveç Almhult’da konuşlanmış durumda. Şirket onlardan sadece pratik ve trend sandalyeler ya da lambalar istemiyor. Ne kadar tasarım harikası olursa olsunlar, demonte ve katlanıyor olmaları da gerekiyor. Unutmayın, bir kamyonete maksimum eşyayı sığdırmamız gerekiyor. 

4. Ürün adlarının yerelliği ve gizemi: Ingvar, rekabet ortamında fark edilebilmeleri için bütün ürünlere birer İskandinav adı koymuş. Koltukların her biri bir İsveç köyünün adını taşıyor örneğin. Bir halıya ise Danimarka’daki bir köyün adı konulmuş. Bir mutfak gereci bölgedeki su akıntısının adını taşıyor.
Küçük bir sorun da var. İsimler tükenmeye başlamış. Nasıl tükenmesin ki… Bir katalogta 9 bin 500 isim yer alıyor. Neyse, isim sorununu çözmek için bir çalışan görevlendirilmiş. Şimdilik bütün işi, büyük ölçekli İsveç haritalarını incelemek ve buralardan IKEA’nın henüz keşfetmediği küçük bir köy ya da nehir bulmak…

5. Katalog: Yukarıda da belirtmiştim. Dünyada en çok sayıda basılan kitaplardan biri. 27 dilde ve 198 milyon adet basılıyor.

6. “Kendi işini kendin yap” anlayışı: Manken mi lazım? IKEA bu iş için kendi elemanlarını kullanmayı tercih ediyor. Fransa’da yayınlanan Capital dergisinden ilginç bir anekdot: Paris IKEA çalışanlarından genç bir kız, “bunu bana bir daha yaptıramazlar” diye ortalıkta bağırıyor. “Fotoğrafı çekilecek olanın hangi dekor olduğunu bilmeden ‘evet’ demişim. Kendimi pazarlama bölümünden bir erkekle çift kişilik yatakta buldum.” 
Pazar araştırmasında da “kendi işini kendin yap” durumu geçerli. Şirket bu iş için bugüne kadar hiç para harcamış değil. Bunun nasıl yapıldığına gelince…
Sarı-lacivert polo tişörtlerini giyerek satış elemanı kılığına giren on kadar çalışan, belli etmeden ziyaretçileri takip ediyorlar. Bir televizyon sehpası önündeki tereddüt, ayakkabılık önünde ürünü inceleyerek geçirilen zaman ya da kasada bir memnuniyetsizlik ifadesi... Her şey teker teker not ediliyor.

7. Restoran: Somon, İsveç köftesi ya da sosisli sandviç… En çok rağbet görenler bunlar. Restoranın toplam cirosu yılda 1 milyar euro. Belki çok büyük bir kazanç değil ama müşteriyi mağazada tutabilmek için stratejik bir önemi var. Yapılan araştırmaya göre, her hafta üç müşteriden biri hiç alışveriş yapmaksızın sadece yemek yemeye geliyor.

8. Birbirinin aynısı olan mağazalar: Moskova, Kuveyt ya da Vancouver’deki mağazaya gidin. Hepsi neredeyse birbirinin tamamen aynısı. Aynı giriş, aynı bölümler, aynı dekorasyon, aynı ürünler. İstanbul’dan beğendiğiniz, almadığınız ama aklınızın kaldığı bir bardak takımını Paris mağazasından satın alabilirsiniz örneğin.
IKEA’da her şey toz pembe değil doğal olarak. Zaman zaman lojistik sorunları yaşanıyor. Örneğin almak istediğiniz masanın kendisini bulabiliyorsunuz da, ayakları ancak 100 kilometre ötedeki başka bir IKEA mağazasında bulunuyor. Sipariş mi? Bu kavram maalesef şirketin anayasasında yer almıyor.
Ama bu kadar nevi şahsına münhasır özellikleri olan, dünyadaki hiçbir başka şirkete benzemeyen bir marka için bu olumsuzluğun çok önemli bir eksiklik olmadığını düşünüyorum.  
Yaratıcılık, inovasyon, liderlik. IKEA’nın hikayesinde bunların hepsi var...
Evet! Kamprad o gün kamyonete kanepe yüklenirken orada olmasaydı herhalde hayatta önemli bir rengimiz eksik olacaktı.
Peki gelecekte IKEA neler yapacak?
Bir yabancı dergide okudum. İsveç’teki IKEA müzesinde aydaki bir IKEA mağazasının Photoshop’ta yapılmış bir resmi bulunuyormuş. Rehber resmi ziyaretçilere gösterirken “günün birinde ayda oturanlar olduğu zaman onların da eşyaya ihtiyaçları olacak” demiş. “Peki niye başka marka değil de IKEA” diye sormuş bir ziyaretçi. Rehber cevabı yapıştırmış: “Çünkü yassı koliler roketlere daha iyi sığıyor.”

Alışkanlık

Bugünkü yazı alışkanlık üzerine...
Kendimi geliştirmekte olduğum yeni işimle ilgili bir konuşma dinlerken bahsi geçti ve internette yaptığım ufak bir araştırmadan sonra hakkında aşağıdaki yazıyı buldum. Sizinle de paylaşıyorum...

Alışkanlıklar beyinde 20 günde oluşmaktadır... 20 gün boyunca aynı şeyi yapan insan 21. günde alışkanlık kazanmış olur... tıpkı sigara alışkanlığı gibi. ve alışkanlığın bilinç altına yerleşmesinin bir sıralaması vardır... şöyle ki;

Araba kullanmayı ele alırsak örnek olarak:

1. aşama: bilinçsiz yetersizlik (arabanın ne oldugunu bilmiyorsunuz ve araba kullanmayı bilmiyorsunuz)
2. aşama: bilinçli yetersizlik ( arabanın ne oldugunu öğrenmişsinizdir ama hala kullanmayı bilmiyorsunuz)
3. aşama: bilinçli yeterlilik ( arabanın ne oldugunu ve kullanmayı biliyorsunuz ama o ilk günlerin şaşkınlığıyla eliniz ayağınıza dolaşır, neyi nasıl yapacagınızı karıştırıp paniklersiniz)
4. aşama: bilinçsiz yeterlilik ( arabaya binersiniz ve nasıl oldugunu anlamadan, aynaya e zaman baktıgınızı bile farketmeden gidersiniz, bilinçaltınız sizi götürür) 



  •  Alışkanlık, bir halata benzer. Her gün bir lifi örer ve sonunda, onu koparamayacak kadar güçlü yaparız.      


Horace Mann 

  • Alışkanlıklar, bırakılmazlarsa, zamanla ihtiyaç haline gelirler.     


St. Augustine 

  • Alışkanlıkların zincirleri, önce duyulmayacak kadar hafif, sonra kırılmayacak kadar güçlü olur.                   


Benjamin Disraeli 

  • Alışkanlıktan daha büyük bir şey yoktur.               


Ovidius 

  • Hiç kimse bir alışkanlığa veda etmek cesaretini gösteremez.           


Balzac 

  • İlk gördüğümüz zaman korktuğumuz nice şeyler vardır ki, zamanla alışır, hiç aldırmaz oluruz.                              


Aisopos

  • İnsan alışkanlıklarının çocuğudur.         


İbn-i Haldun

  • Mademki alışkanlıklar,hayatımızın en ileri gelen hakimleridir, öyle ise ne yapıp yapıp iyi birini edinmeye çalışmalıyız. 


Francis Bacon

  • Tilki, derisinden vazgeçer de, alışkanlıklarından vazgeçmez.


Suetonius




21 GÜN KURALI 

Sadece irade kullanarak alışkanlık değiştirme çabaları ancak kısa bir süre işe yarar. Sonra eski alışkanlıklara geri dönülür; çünkü bilinç ile bilinçaltı çatıştığında kazanan daima bilinçaltıdır. Örneğin, siz bilinçli olarak sigarayı bırakmak isteyebilirsiniz ama bilinçaltınızda sigarayla ilgili olumlu bir kayıt olduğu sürece iradenizi kullanarak sigarayı bir süre bıraksanız bile bir müddet sonra yine başlarsınız. Bilinçli zihin dakikada dokuz düşünceyi bilinçli olarak algılayabilir; ama bilinçaltı bir dakikada 2.3 milyon bilgi parçacığını prosesten geçirir. 

Olumlu ve olumsuz alışkanlıkların, yaşam deneyimlerinin, inançların belleği bilinçaltındadır. 

Bir alışkanlığı ondan kurtulmaya çalışarak değiştiremezsiniz. Ama yeni bir alışkanlık yaratabilirsiniz. Kötü alışkanlıkları yok etmek, yeni bir şeyi öğrenmekten daha zordur. Yeni bir alışkanlığı yerleştirmek için 21 gün boyunca hiç ara vermeden tekrar gerekir. Çünkü yeni alışkanlığın zihinde ve hücresel bellekte kalıcı olarak yerleşmesi 21 gün sürer. Alışkanlıklar tekrarlana tekrarlana kazanılır. Yeni alışkanlığın da zihinde kalıcı sinir ağı “otoyolu” yaratması 21 gün tekrar edilerek oluşur. Zihniniz ve kaslarınız tekrar edilen bir şeyi otomatiğe bağlar. Dişinizi fırçalamak, yürümek ya da ayakkabınızı bağlamak için düşünmüyorsunuz değil mi? 

Bireysel gelişim yolculuğunuzda bilinçaltınıza belirli bir olgunlaşma süresi tanımanız gerekir; bunu kuluçka dönemi olarak düşünün. Unutmamanız gereken, bu 21 günlük kuluçka dönemini hiç sekteye uğratmadan tamamlamanız gerektiğidir.

22 Mart 2012 Perşembe

Uyanık İDO

Eğer artık Eskihisar - Topçular arasında saatlerce kuyruk beklemek istemiyorsanız (ki özellikle yoğun olduğu zamanlar hiç sıra beklemeden geçip gitmek istiyorum ben arabada ya da otobüsteyken) ekstra ücret ödeyerek bu sıkıntıdan kurtulabilirsiniz. Çok zekice düşünülmüş bir hareket bence. İdo için tabi :)

Ayrıntı BURADA

Beğendim Ama Almadım Vol.5

Bu artık kısa blog hayatımda klasikleşmiş bir post olarak yerini alacak gibi duruyor :) Paylaşıyorum ki fikir olsun, referans olsun. Hem bana hem size :) 


Başlangıç üst seçimlerimle...

Pembe panter bağımlılığımı bilmeyen var mıydı???
 Geçen hafta Doğa Rutkay'ın modelliğini yaptığı Prime Days diye hatırlıyorum ama sallıyor da olabilirim... Önemli olan bluz bence :) Fazla söze gerek yok...

A46 tasarımlarından özellikle bazıları benim çok hoşuma gidiyor :) Mesela buuuu keşke biraz daha uzun olsaydı. O zaman ciddi ciddi düşünecektim kendisini...





Ben buna bayılmıştım :)

Yukarıdakini giymek için öncelikle göbeği eritmek lazım :)

Yukarıdaki tulumun altına tabi ki de o topuklu ayakkabıları giymem ama spor bir babet ya da spor ayakkabi ile tamamlandığında çok tatlı olur diye düşündüm ve ALMADIM :)

David Jones ve Beyaz Çanta... Başka bişey yazmaya gerek yok bence model zaten kendi konuşuyor, offf ben bunu niye almamışım ki?? Şimdi resmi burda görünce içim cız etti :) Neyse yaza daha var çok görürüz David Jones modellerini diye kendimi avutayım bari...

21 Mart 2012 Çarşamba

Yüzde Yüz Emin Olabileceğiniz 20 Şey!

Son yüzyılın en etkili kadınlarından Oprah Winfrey' e sormuşlar: Doğruluğundan emin olduğun şeyler neler?

O da oturup, emin olduğu 20 şeyi yazmış. Liste öyle güzeldi ki, oturup kendi dilimle bir daha yazmak istedim...

İşte 'eminim top 20':

1. Ektiğin kadarını biçersin. Emeğin sana mutlaka aynı oranda geri döner.

2. Kendi hikayeni kendin yaz. Kimse senin senaryonu yazmasın.

3. Geçmişte birinin sana yaptığı bir kötülüğün, bugün hiçbir gücü yoktur. Ancak sen o gücü verirsen olur.

4. İnsanlar sana kendilerini nasıl tanıtıyorlarsa, önce öyle kabul et.

5. Endişelenmek vakit kaybıdır. Öyle yapacağına, endişelendiğin şeyle ilgili bir şey yapmaya harca o zamanını.

6. Neye inandığın, hayallerinden, isteklerinden ve beklentilerinden çok daha güçlüdür. Sonunda her zaman inandığın şey oluyorsun.

7. Sadece tek bir dua edeceksen, o "çok şükür" olsun.

8. Mutluluğun verdiğin sevgi kadardır.

9. Hata, seni başka yöne yönlendiren bir yol işaretidir.

10 Herkesin dediğinin aksine davranırsan, dünya yıkılmaz.

11. İçgüdülerine güven, onlar yalan söylemez.

12. Önce kendini sev. Sonra da o sevgini her fırsatta etrafına yaymayı öğren.

13. İşini tutku yönetsin.

14. Sevdiğin şeyi yaparak para kazanmanın bir yolunu bul. O zaman her maaş, sana bonus olur.

15. Aşk acıtmaz. Çok da iyi hissettirir.

16. Her gün, yeniden başlamak için bir fırsattır.

17. Dünyadaki en zor iş, anneliktir. Ve bütün kadınlar bunu ilan etmelidir.

18. Şüphe, "-ma" ekidir. Kıpırda-ma, cevapla-ma, acele et-me.

19. Ne yapacağını bilemediğinde, sakinleş. Cevap gelir.

20. Hiçbir dert sonsuza kadar sürmez.

Dilerim bu 20 fener, şimdi yanar. Ve bundan böyle yol boyu hep bizimle olur. Olursa iyi olur, eminim.

(Nil Karaibrahimgil, Hürriyet, 19,03,2012) Burada



20 Mart 2012 Salı

Yeni Cicilerim...

Cuma günü güneşli havaya aldanarak kendimi dışarı attım. Zaten yapılacak bir kaç ufak iş vardı hem de gezinmeye ihtiyacım vardı. Kısacası alışverişim gelmişti :)

Zafer Plaza'nın oralara gitmişken Addax'a uğradım ve bluzlar konusunda çok daha fazlasını almak istesem de aşağıdakilerle sınırlandırdım kendimi. Malum şimdilik evdeyiz :)

Yukarıdaki bluz şu anda trendyol.com da




                                                Yukarıdaki bluz şu anda trendyol.com da

Etek piyangodan çıktı bana bile uzun  geldi :) 15 Tl gibi komik bi rakama aldım ki internette 30 tl eteğin genel fiyatı :)

Geçenlerde Twist'ten aldığım bluz araya kaynasın bu da...


Oxxo'dan sarı atletle takım yaptığım bluz... Hoş olmamış mı? Hele beyaz kotun üstüne giyilirse... Ayyy yaz gelsin ARTIK!!!

Resim konusunda hala beceriksizim. Ama zamanla ilerleme kaydedeceğimi umuyorum :)

19 Mart 2012 Pazartesi

Ev Taşıma - Yerleştirme - Düzen Bulma

Ocağın ortasında başlayan İstanbul'dan Bursa'ya taşınma maceramızda sona yaklaşıyoruz. Komik dimi halen tam anlamıyla yerleşemedik. Yani yerleşemedik diyorsam tabi ki ev de genel olarak kritik bi eksik yok ama tam anlamıyla da bitmiş değil. 

Mesela güneşliklerimiz yok. Güneşlik yerine konişe takılabilen store perdelerden yaptırmayı planlıyoruz ama henüz ilk adımı atıp ölçü aldırmadık. 
Mesela banyo takımımız yok. Hani şu fırçalık, çöp kutusu, diş fırçalığı bir örnek olanlardan. Yani halihazırda kullandığımız var tabi ki ama taşınırken fırçalığını kırdılar onun o yüzden takım gitti. Zaten sabunluğu da kendinden geçmişti kullanmıyorduk. Şimdi hepsi ayrı telden çalıyor :) 
Mesela boy aynamız yok antrede. Onu da İkea'dan gidip alacağız bakalım ön araştırmayı yaptık beğendik bir model. 
Meselaaaa çalışma masamız beyaz dolabımıza uyumlu olarak yenilenmeli ve kahverengi kitaplıkla birlikte ihtiyacı olan birine gönderilmeli.
Mesela camla kapattığımız balkonlarımıza da store güneşlikler yapılacak...

Son ve yerleşmiş halini özellikle sizlerle paylaşmıyorum. Yukarıdaki eksikler bittikten sonra bi düşüneyim :)

Bu arada karşı dairemiz boştu orada da geçtiğimiz haftasonu itibariyle yaşam başladı :) kimdir nedir henüz bir bilgi edinemedim ama geçimli olsunlar yeter :)

18 Mart 2012 Pazar

Aşk Etiği


Evet farkındayım aslında bana ne...
Evet farkındayım aslında hiç birini doğru düzgün tanımam etmem hatta takip de etmem...
Evet farkındayım ama yine de yazacağım çünkü içimde tutmayacağım...

Aslında Cem Yılmaz'ı sevmem ben. Ne bileyim onun yaptığı esprilere diyecek yok belki eğlendirmeyi, güldürmeyi biliyor da olabilir ama biz güldükçe onun araba sayılarını arttırması ve bunu da gözümüze sokması hiç hoşuma gitmiyor... Bi ukalalık var beni sinir eden onda, ne bileyim elektrik meselesi, tutmadı işte... 

Ve Cem Yılmaz da evlendi... Ama Cansu Dere'ye biraz (biraz mı ki bence baya bi) ayıp olmadı mı? En samimi arkadaşınız sizin 7 yıllık ilişkiniz bittikten sonra (bitmiş miydi yoksa arkada zaten başlar gibi miydi orasını hiç bilemeyiz artık, kendilerinin bileceği iş) sevgilinizle flört etmesi hatta üstüne bir de evlenmesi hoş bir durum değil kesinlikle. Benzer durumu yaşamış olanlar büyük ihtimalle karşı çıkacaktır bana ama yok arkadaş benim bünyem bunu kaldırmaz. Severim belki adamı hoşlanırım ya da aşkından ölürüm ama aşktan da önemli dostluk bağı var ortada... Hadi dostluk da olmasa da arkadaş arkadaşa bunu yapmaz, yapmamalıydı bence. (Bakın BENCE diyorum) 

Aşk'ın bile bir etiği vardır... Yani eğer ortada AŞK varsa, o bi anda bitmez bir süreci vardır. AŞIK olduğun adamdan/kadından ayrılır ayrılmaz bir başkasının kollarında bulamazsın kendini. Ona AŞIK oldum diyemezsin... Ne bileyim AŞK'ın bir ağırlığı vardır ya hani...

Cansu Dere bu olayla yıkılacak hayattan kopacak değil elbet. Ama onun adına üzüldüm ben sadece... 

Sabahtan beri Ahu Yağtu'ya giydiririyorum gibi duruyor ama Cem Yılmaz da tabi ki sütten çıkmış ak kaşık değil... Bence ikisinin de aynı derece ayıbı var ortada... Yani kimse kusura bakmasın Mutlu Olsunlar dileklerinde bulunmuyorum zaten benim dileğimle de mutlu olacak değiller ya...

Paylaşmak istedim...

15 Mart 2012 Perşembe

Yeniler...

Geçen haftalarda Markafoni'de Nine West var diye sabahın köründe kalkıp ayakkabı avına çıktım. sipariş verdiğim iki babeti bugün alıp denedim ancak bir tanesi ayağıma küçük geldi iadeye gidecek. Geçenlerde aldığım iki modeli de hazır yeri gelmişken paylaşıyorum yineee :) 

Bu ayağıma olmayan model. 10M aslında ama giydikten iki saat sonra ayağımdan fırlatmak isteyeceğim gibi geliyor :)

Bunlarda da diğer aldığım babet. Ben pek beğendim. Ev ayakkabısı olur ya da dışarda da giyilir :) fiyatı 39.90 TL




Geçtiğimiz hafta C&A dan aldığım yazlık ayakkabı. Özellikle deseni çok hoşuma gitti. Lacivert pantolon ve krem ya da ekru bir bluz ile kombinlediğimde şık olacağını düşüyorum... Fiyatı 39 TL



Son model de daha İstanbul'dayken Accessorize'ın indiriminden aldığım rugan babet. Bunu da 30 TL gibi bi tutara almıştım sanki ama daha komik bir rakam da olabilir :)


İyi ki ayaklarım 41 numara da her marka ya da model giyemiyorum. Bir de 38-39 gibi her an bulunabilecek bir numara olsa... Keşkeeeeee